cemberlitas

En özel arkadaşlarımı kazandığım 94’- 98’ yıllarında, dönemin standardı olarak iyi bir lise eğitimi alıyordum. Şimdi aralarında eczacı, mimar, avukat, mühendis, psikolog, öğretmen, doktor, akademisyen gibi birçok farklı dalda uzmanlaşan arkadaşlarımla birlikte şehir sıralamasında üst sıralarda yer alan bir okulun şanslı öğrencilerindendik. Sosyal bilimler öğrencileri olan bir grup olarak sanat tarihi derslerimizde dersin içeriğine göre Topkapı Sarayı’nın, Arkeoloji Müzeleri’nin ilgili bölümünü ziyaret eder; uygulamalı bir eğitim alırdık. Okul binasının yer aldığı bölgenin tarihi mirasından faydalanabilmemiz, gerekli donanımı kazanabilmemiz için öğretmenlerimiz tarafından sık sık yönlendirilirdik. 

Hocalarımıza saygı duyardık, onların da bizim ihtiyaçlarımıza saygı duyup zaman zaman aşırılıklarımıza bile izin verdikleri güzel bir ilişkimiz vardı. Liseye giden çocukların bir taraftan iyi bir temel eğitim almaları, mesleklerini seçecekleri sınava iyi hazırlanmaları gerekirken bir taraftan da karakterlerinin şekil aldığı, gerçek anlamda hayata hazırlandıkları, iyi örneklere en çok ihtiyaç duydukları bol çelişkili bir dönemde olduklarını bizden daha iyi bilen eğitimcilerle donanmıştı etrafımız.

Henüz lisede olmamıza rağmen felsefe grubu, tarih, coğrafya, mantık, dinler kültürü, edebiyat derslerimizde ders kitaplarıyla sınırlı kalmaz, sürekli okumamız için kitap listeleri hazırlanır hatta Sahaflar’da sosyal bilimler kapsamındaki tüm kitapları (!) okumamız tavsiye edilirdi. Okuduğumuz kitapları tartıştığımız edebiyat derslerimiz çok sevdiğim iki öğretmen tarafından takip edilir; biri zamanın çoğunu tartışma ortamı olarak kullanmayı tercih eder, diğer öğretmenimiz ise üniversite giriş sınavına hazırlanmamız için sıkı bir eğitim almamızı sağlardı. 

Dinler tarihi, Osmanlı tarihi, dünya tarihi, Türk tarihi gibi farklı tarih dersleri o yıllarda içerik olarak beni heyecanlandıran, öğrenmeye daha çok teşvik eden derslerdi. Doğu aksanlı felsefe grubu öğretmenim ise her cümlesini hafızama kazımak için özenle dinlediğim hocalarımdandı. Her ders içeriğe önceden hazırlanıp o gün hangi öğrenciyi tercih ederse konuyu diğer arkadaşlarına anlatabilecek kadar hâkim şekilde derse katılmamızı ister; sınav kağıtlarımızı kendimizin değerlendirmemizi tercih ederdi. Yıllar sonra Süleymaniye sırtlarında girdiğim doktora derslerinde onun Doğuluaksanının kulağımda çınladığı çok an olmuştur. Geliştirdiği sistemle lisede bizi yıllar sonra alacağımız lisans üzeri derslere hazırlamıştı Asım Hoca.

Kırklı yaşlarımda bir gün, müzik eğitimi alan oğlumla çok da aşina olmadığımız bir enstrüman olan pan flüt hakkında konuşuyorduk. “Neden adı pan sence?” diye sordu. Doğulu aksanı yine fısıldadı kulağımda… Çünkü yıllar önce Panislamizm örneğinden bahsederken hocam, Yunan mitolojisindeki çobanların tanrısı Pan’ın en çok bilinen korku salma özelliğinden değil de enstrümanının sesi ile diğerlerini etrafına toplamasından başlayarak anlatmıştı “bir araya getirme” anlamındaki kelimeyi, hiç unutmayalım diye. Müzik eğitimi almadığım halde Tanrı Pan’ı, hatta enstrümanını nereden bildiğime şaşıran oğluma da bunları bana öğreten Asım Hocamdan, kara tahtaya çizdiği olgun başak resmiyle bize bilimin karşısında daha çok öğrendikçe nasıl da olgun başak misali eğilmemiz gerektiğini öğrettiğinden söz ettim elbette. Hocanın sözleri yirmi yıl sonra Süleymaniye sırtlarında, otuz yıl sonra Stockholm sokaklarında hâlâ öğrenmeme vesile oluyordu.

Hocamın ve bu vesileyle eğitim hayatımda karşılaştığım diğer tüm hocalarımın kulakları çınlasın; ömürleri uzun olsun. Onlar, öğrettiklerinin ne okul binasının sınırlarıyla ne de öğrettikleri anla sınırlı olmadığını zaten bilirler. Bilimin yolunu gösteren sonsuz ateşi her birimizin içinde ayrı ayrı yaktıklarını da bilirler.  Bize düşen, farklı mesleklerde de olsak öğrendiklerimizi ve bize öğretileni aktarabilmekte; kutsal emanetimiz olan bilim meşalesini hakkıyla taşıyabilmekte… 

Siz çok yaşayın bilim insanları!

Author

  • Meltem Güreller

    Meltem Güreller, lisans (2002) ve yüksek lisans (2018) eğitimini de tamamladığı İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı’nda, Eleştirel Bir Veri Çalışması Olarak Yapay Zekâ Algoritmalarının Kültür Oluşumuna Etkisi başlıklı tezi üzerinde çalışmalarını doktorant olarak sürdürmektedir. Yüksek lisans tezinde yeni medyanın kurumsal iletişimde kullanımına yönelik bir araştırma yapan Güreller’in kamusal alan, gözetim ve sosyal medya konularında yayımlanmış makaleleri ve kitap bölümleri bulunmaktadır. 1998 – 2014 yılları arasında gazete, reklam ajansı, matbaa, halkla ilişkiler ajansı gibi ulusal ve uluslararası farklı kurumlarda iletişim uzmanı olarak görev alan Meltem, evli ve iki çocuk annesidir.

    View all posts

By Meltem Güreller

Meltem Güreller, lisans (2002) ve yüksek lisans (2018) eğitimini de tamamladığı İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı’nda, Eleştirel Bir Veri Çalışması Olarak Yapay Zekâ Algoritmalarının Kültür Oluşumuna Etkisi başlıklı tezi üzerinde çalışmalarını doktorant olarak sürdürmektedir. Yüksek lisans tezinde yeni medyanın kurumsal iletişimde kullanımına yönelik bir araştırma yapan Güreller’in kamusal alan, gözetim ve sosyal medya konularında yayımlanmış makaleleri ve kitap bölümleri bulunmaktadır. 1998 – 2014 yılları arasında gazete, reklam ajansı, matbaa, halkla ilişkiler ajansı gibi ulusal ve uluslararası farklı kurumlarda iletişim uzmanı olarak görev alan Meltem, evli ve iki çocuk annesidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir